1 – Covid-19 pandemisinin ortaya çıkmasında ve bu denli kontrol edilemez hale gelmesinde baş sorumlu elbette ki kapitalist devletlerdir. Pek çok ülkede hükümetler, burjuvazinin çıkarlarını cansiperane savunurken, emekçilerin taleplerini görmezden geldiler. Ama bu ilk kez yaşanmadı elbette. Ve başka türlüsü de beklenemezdi.
Ancak bu sürecin emekçi sınıfın her üyesi tarafından aynı bilinç düzeyiyle takip edilmediğini unutmamak gerekiyor. Emekçilerin hemen tamamının patronlara ve önemli bir kısmının hükümetlere karşı tepkiselliği, bu süreçte derinleşti. Ne var ki bugün itibariyle “bir devrimci durumun içinde” olduğumuzu ileri sürmek, olayların gelişimini kavrayamamak olur.
Umut Gazetesi tarafından tarafımıza gönderilen soru metninde “hükümetten istenen talep listeleri ise bir deklarasyon enflasyonu yaratmanın ötesine geçememektedir” şeklinde bir ön kabul yer almaktadır. Bu değerlendirmeye katılmanın mümkün olmadığı kanaatindeyiz. Zira talep listeleri ya da deklarasyonların oluşturulması başka bir şey, bunların kazanacağı etki düzeyi başka bir şeydir.
Emekçi sınıfın mücadelesinin somut talepler olmaksızın yükseltilemeyeceği açık bir gerçektir. Mesele bu taleplerin hangi politik çizgide savunulacağıdır. Söz gelimi neo-reformist bir parti de böyle bir dönemde ortaya emekçiler lehine talepler atabilir. Ancak bizler açısından bu taleplerin ancak kapitalizmi yıkmayı hedef alan bir mücadele içinde kazanılabileceğinin farkında olmak gerekir. Mesela gelir adaleti gibi talepleri herkesin savunması mümkünken, servet vergisi ya da özel hastanelere el konulması gibi talepler, süreci devrimci mücadeleye evriltmeden kazanılmayacağı ortada olan taleplerdir.
Ne var ki devrimci bir mücadele, emekçi sınıfının bütün üyelerinin kafasında aynı anda ve aynı şekillerde canlanan bir senaryo şeklinde gelişemez. Devrimci mücadele, çeşitli dönemeçlerden, inişlerden ve çıkışlardan, yenilgilerden ve kazanımlardan geçerek olgunlaşır, ilerler ve gelişir. Bugün içerisinden geçtiğimiz sürecin, burjuva dünyasının hegemonyasının ciddi ölçüde zayıflatacağı aşikar olmakla beraber, bu gelişmenin ortalarında ya da sonlarında değil henüz başlarında olduğumuzun farkına varmak gerekiyor. Ve elbette devrimci Marksistler olarak görevimizin edilgen bir şekilde oturup da “tarihin yasalarının hükmünü vermesini beklemek” değil sınıf mücadelesinin yükseldiği anlara hazır hale gelebilmek için örgütlü kapasitemizi büyütmek olduğunu hatırlatmak istiyoruz.
Dolayısıyla talep listeleri ya da deklarasyonlar, öncü emekçileri doğru program etrafında bir araya getirmenin ve emekçi yığınları sosyalist mücadeleye kazanmanın birer aracı ve bu mücadelenin acil-güncel programı niteliği taşırlar. Bize yöneltilen sorudaki ön kabulün aksine talepler etrafında mücadeleyi yükseltmekten başka bir yol olmadığı kanaatindeyiz.
Emek ve özgürlük mücadelesi veren kurumlara yaptığımız çağrı, her zaman olduğu gibi emekçi halkın birleşik mücadele cephesini kurmaktır. Burada programatik bir birlikten değil güncel talepler etrafında bir mücadele ortaklığından bahsediyoruz.
Ancak esas sorunumuzun örgütlü güçlerin zayıflığı olduğunu da görmek gerekiyor. Bu sadece fiziksel değil, ideolojik ve politik bir zayıflık da. Dolayısıyla bu noktada sınıf mücadelesinde öncü rol oynayacak kadroları devrimci Marksist bayrak altında bir araya getirmek konusunda aldığımız yol, soldaki mücadele birlikteliği açısından da belirleyici bir rol oynayacağını ifade edelim.
2 – Daha önce 2018 sonunda başlayan ve Mart 2019’a kadar devam eden Krizin Bedelini Ödemeyeceğiz kampanyasından bahsetmek bu noktada aydınlatıcı olacaktır. Bu kampanya, yine başlangıcında 30-40 veya belki daha fazla imzacıyla başlamış olmasına rağmen, salon toplantıları dışında sokak aktivitelerine katılan kurum sayısı 5-6’yı hiçbir zaman geçmemiş, katılan kurumların bir kısmı da “dostlar alışverişte görsün” mantığıyla hareket etmişti. Ne var ki bu kampanya boyunca canlı ve ön açıcı bir tavır almamızla, en azından birkaç kurumla kampanyayı yaklaşık 4-5 ay devam ettirebilmiş ve pek çok kent merkezinde, emekçilerin geçiş güzergahında takip edilir hale getirebilmiştik. Ne var ki kampanya kapsamında yapılan mitingde kurumların zayıflığı ve cansızlığı, hareketin bu haliyle fazlaca ilerleyemeyeceğini göstermişti.
Gelgelelim, büyük mücadeleler genellikle böylesi hazırlıklar neticesinde gerçekleşmiyor. Kitlelerin patlayacağı ve mücadeleye akın akın gelecekleri zamanı nokta atışıyla belirlemek pek mümkün değildir. Ve henüz, 2019 boyunca Fransa’dan Lübnan’a, Şili’den İran’a örneklerini gördüğümüz üzere bir isyan ülkesi değiliz. Dolayısıyla milyonlarca insanın henüz dönüp de çözümü radikal yerlerde araması söz konusu değil. Ancak bu durumun fazla uzun sürmeyeceğini de söyleyebiliriz. Zira daha önce de Türkiye’de toplumsal patlamanın objektif koşullarının olgunlaştığını söylemiştik ve pandemi ve pandeminin ekonomik krizi derinleştirmesi ile birlikte bu koşulların güçleneceği ortada. Ama sübjektif koşullar, yani özne noktasında henüz yeterli olgunluğun mevcut olmadığını söyleyebiliriz.
Biz, parti olarak bu görevi olağanca ağırlığına rağmen layığınca karşılayabilmek üzere var gücümüzle çalışıyoruz, bunu birinci ağızdan net olarak ifade edebilirim. Fakat sola birleşik alternatif meselesine gelince, bu noktada çeşitli handikapların varlığından bahsedebiliriz. Birincisi, solun geniş kesimleri kendisini sınıfsal temellere değil kaygan kimliksel zeminlere dayandırıyor. İkincisi, bugün yine solun büyük bir çoğunluğu, birleşik muhalefetten düzen içi muhalefetle birleşmeyi ve hatta İyi Parti, Saadet gibi unsurlarla yan yana gelmeyi anlıyor.
Bu koşullarda örgütlü emek hareketinin devrimci bir alternatife dönüşmesi zorlaşıyor. Ama imkânsız olduğunu asla düşünmüyoruz. Toplumsal mücadelelerin son zamanlardaki seyri, lehimize işliyor: Hem genel olarak devrimci mücadelenin lehine hem de öne sürdüğümüz bu mücadele programını doğrulayacak şekilde devrimci Marksizmin lehine.
3 – Devrimciler araçlarını çeşitlendirmek konusunda çekingen davranmamalıdır. Evde kalma çağrılarının ücretli emekçileri yok saydığı açık. Milyonlarca emekçinin evde kalma imkanının olmadığı da. Açıkçası ortada bir pandemi var ve işçi sınıfı iktidarda olsa çok daha erkenden evde kalmayı -zora bile dayanmaya gerek duymadan- bir seçenek haline getirir ve başarıyı sağlardık. Bu meselenin birinci yanı.
Diğer yanına gelirsek, bugün emekçiler işe gitmek zorunda kaldıkça, bizler için sterilizasyon mümkün değildir. Biz, parti olarak pandemiye karşı emekçi halkı talepleri etrafında kenetlenmeye çağıran çalışmalarımızla sokaklarda olmaya devam ediyoruz.
Öte yandan, önemli bir kısım emekçinin de sokağa çıkmadığı gerçeğini kabul etmek gerekiyor. Hem sadece beyaz yakalılar ya da görece iyi koşullarda çalışanlar da değil. Mesela restoranlar, kafeler tamamen kapandı. Tekstilde pek çok atölye üretimi durdurdu. Ve işçi sınıfının ciddi bir kısmı, pek tercih edilebilir koşullarda olmasa da evlerine çekilmiş durumda.
Bu nedenle, soruda açıkça sorulmasa da arka plana sindiği belli olan internetin propaganda gücünün reddedilmesini de kabul edemeyeceğiz. Zira bugün özellikle orta yaşın altındaki genç emekçilerin de neredeyse tamamı, bütün hayatı sosyal medyadan takip etmekte.
Bu nedenle klasik çalışmalarımızı bir yandan uygun şekillerde devam ettirirken öte yandan zaten elimizden geldiğince kullanmaya çalıştığımız online propaganda araçlarımızı da mümkün olduğunca geliştirmeye çalıştığımızı belirtelim. Elbette, özellikle İstanbul’da kritik işkollarında işçi kitlelerin kıpırdanmaya başlayan hareketine öncülük etmek üzere yeni sınıf örgütlenmesi mekanizmaları da geliştirdiğimizi ifade etmekle yetinelim.
4 – Bir kavganın son kavga olup olmayacağını önceden öngörmek için sihirli bir küreye sahip olmamız gerek! Elbette en genel düzeyde, yani soyutlama düzeyinde, kapitalizmin ömrünün sonlarına yaklaştığını ve son kavgaya pek de fazla bir vakit kalmadığı ileri sürülebilir. Ne var ki bunu bir müneccim edasıyla yapamayız.
Bu yüzden yapmamız gereken olasılıkları ve buna uygun görevlerimizi tarifleyebilmektir.
Evvela, 2019’un dünya çapında sınıfsal karakterleri bariz olan isyanlarla geçtiğini hatırlatalım. 2020 yılında sadece bizler değil, burjuva yayın organları bile uluslararası düzeydeki toplumsal hareketlerin yaygınlaşacağı beklentisi içerisinde. Pandeminin bu olasılıkları güçlendireceği ortada. İtalya, İspanya ve Fransa’da yeniden güçlü emekçi hareketler beklemek gerekiyor.
Ancak soldan bir alternatif yaratamamak ya da sol iddiasındaki alternatiflerin olası yenilgileri, aşırı sağın da önünü açabilecektir. Daha yakın bir tehlike olarak, uluslararası sol entelektüel kamuoyunda da çokça konuşulan otoriterleşmenin yükselmesinden söz edilebilir.
Ama baskının hükmü, kitleler ona uyarsa vardır. Kitle hareketi tarafından daha ötesi göze alındığında önünde durmak zordur. Şili’de sokağa inen asker, kitleleri yolundan çevirmeye yetmemişti. Asıl korkulması gereken, saatler kitle isyanı için gelip çattığında ona önderlik edecek devrimci hareketlerin hazır olup olmadığıdır. Hazır olmazsa önünü göremeyen kitleler, nasıl bir öfke ve heyecana sahip olursa olsun enerjisini tüketip yorulacak ve geri çekilecektir.
Dolayısıyla, ilerleyen aylar ve yıllar, devrimci Marksist bir örgütlenmeyi ne düzeyde güçlendirebileceğimizle belirlenecek.