1 – Yaşanan felaketin görünür kıldığı ilk gerçek; insanlığı bu eşiğe getirenin virüs değil yarattığı toplumsallık biçimiyle doğanın ve insanın bağışıklığını yokeden, epidemiyi pandemiye dönüştüren kapitalist üretim ilişkilerinin olduğudur. İkinci öğe; zaten büyük oranda yetmezlikle malül örgütsel model siyaset yapış tarzı ve üsluplarının hızla yenilenmezse artık sürdürülemeyeceği yeni bir toplumsal mücadele konağa geçmekte olduğumuz gerçeğidir. Bu konağın ayırdedici yönü; kapitalist üretim ilişkilerinin artık doğrudan yaşamın kendisini tehdit etmesi ve kapitalizme karşı yürütülen sınıf mücadelesinin bizzat insanlığın varlık yokluk mücadelesine dönüşmüş olmasıdır. Elbette şu ya da bu talebin kazanılması mücadelesi hiç bir zaman gündem dışına düşmeyecek ve geleceği kuracak olanların kendilerini dönüştürme ve geleceğin modellerini bulma aracı olarak önemini koruyacaktır. Fakat bu konağın özgün yanı;“insanca yaşam” isteyen işçi sınıfının aslında yeni bir dünya kurma ve insanlığı buna davet etme büyük göreviyle karşı karşıya olduğu gerçeğidir. Mevcut duruma bu açıdan bakıldığında öncülük iddiası taşıyan iradelerin; yeni konağının gerektirdiği öz dönüşümü yapıp yapamayacakları, mücadelenin bu kapsamı ve ihtiyaçlarına göre kendilerini yeniden kurup kuramayacakları sosyalist mücadelenin de temel sorunu haline gelmektedir.
Pandeminin öngünleri; üretici güçlerde devrimsel gelişmelerin olduğu, sınıfın yapısında köklü dönüşümlerin yaşandığı, neoliberalizmin dünya çapında krizinin derinleştiği, otoriterizm ve yeni tip faşizmlere büyük çaplı toplumsal hareketlerin eşlik ettiği koşulları içeriyor ve düzen içi / karşıtı tüm üstyapısal kurumları sert bir dönüşüme zorluyordu. Yaşanan felaket sorunu gerçek boyutlarıyla ortaya koydu ve insanlığın karşı karşıya bulunduğu seçeneklerle çıplak bir biçimde yüzleştirdi. Bir yanda devletin her bireyi sınırsız kontrol altına alacağı, üretim dışına düşenleri çeşitli hapis ve ölüm biçimleriyle fiilen yok eden bir kapitalist panoptik toplumsallık biçimi diğer yanda “dünya işçileri birleşiniz” diyen sosyalist toplumsallık.
Toplumsal dönüşüm iddiası olan her yapının bu evrensel soruna yanıt üretmeye çalışmadan, dolayısıyla bunun zorunlu kıldığı ortaklaşmalara girmeden sadece “evinin önünü temizleyerek” örgütsel yapıları olduğu gibi sürdürebilmek artık mümkün olmayacaktır. Bu temelde emek demokrasi ve özgürlük güçlerine dönük iki yönlü çağrımız olabilir. Birincisi karşı karşıya olduğumuz sorunun insanlığın varlığını tehdit eder seviyeye geldiğini görmek ve en yerel düzeyden uluslararası düzeye kadar her türden toplumsal mücadele biçimini kapsayan ve yanyana getirmeye çalışan bir yaklaşıma sahip olabilmek gerektiği.. İkincisi yaşanan salgını ” kalan sağlar bizimdir “diye dualar ve kolonyayla karşılayan, yurttaşlarında doğru bilgiyi gizleyen, zor zaman fonlarını savaşa ve yandaşlarına peşkeş çekmiş, yıkıcı boyutlardaki kriz, patlayan işsizlik ve geçim sıkıntısının yaratacağı sosyal patlamayı zorla bastırmaya hazırlanan bir hükümetin varlığında ezilenlerin sadece kendi özgüçlerine güvenmekten, yaşanacak felakete karşı güvenecekleri kendi dayanışma ağlarını kurmaktan başka çaresinin olmayacağıdır.
2-
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi olarak bu süreç başlamadan önce hem yeniden kuruluş çerçevesinde örgütsel bütünleşme, sosyalist yapılar arasında kurulacak bir sosyalist koordinasyon, hdk hdp bileşleri arasında daha sıkı bir ortaklaşma, yerel meclisler ve emek demokrasi platformlarında ortaklaşma sağlama gibi çok katmanlı görevi önüne koymuş ve dost yapılarla çeşitli görüşmeler yapmıştık. Gelişmeler bu yönelişimizi ortadan kaldırmamış aksine herşeyde olduğu gibi ittifaklar konusunda da çarpan etkisi yaratarak birleşik mücadele ihtiyacını daha yakıcı hale getirmiştir. Önümüze koyduğumuz görevi mevcut koşullara uyarlayarak sürdüreceğiz. Sorunuzdaki birleşik güçlü bir odak yaratmak ve partileri yan yana getirmek konusunu; birleşik mücadelenin önündeki politik pratik engellerin aşılması, ezilenlerin tarihsel blokunun ya da üçüncü kutup dinamiklerinin yeniden kuruluşu olarak anlıyoruz.
İki kutuplu yapı üzerine şekillenen Türkiye siyasal sistemi ; Devlet ve sermayenin çeşitli fraksiyonlarının öbeklendiği iki ana akım olan ittihatçı ve itilafçı gelenekler; CHP ve karşısındaki (DP-ADALET PARTİSİ- ANAP- DYP- AKP ) partileri üzerinden temsil olundular. Bu muhalefeti de iktidarı da belirleyen ikili sistem her aksadığında darbeler yoluyla yeniden rayına oturtulmuştur. Bu yapıyı ve sürdürdüğü kayıkçı dövüşünü giderek artan oranda bozucu dinamikler ise; 60 larda TİP ,70’lerde işçi sınıfı ve devrimci hareket , 80 – 90 sonrası Kürt direnişi, bahar eylemleri, kamu emekçilerinin mücadelesi, kadın ve gençlik hareketleri ardından Gezi isyanıyla ve 7 hazirandan bu yana da seçimler üzerinden politik ağırlığını giderek artıran ve sistemin ikili siyasi yapısının alternatifi üçüncü bir kutup olarak ortaya çıkarmıştır.
Üçüncü kutubu oluşturan dinamikler; sembolleri, renkleri, dilleri, tarzları farklı da olsa; tarihsel olarak aynı mücadele yatağında akarken o yatağı büyütüp genişleten bir nehir gibi, birbirini tamamlayan ve birbirini içererek ileri taşıyan bir işlev gördüler. AKP’nin tek parti iktidarından düşürüldüğü 7 Haziran başarısı 3. kutubun seçimler alandaki ilk dışavurumuydu. 31 mart ve 23 haziran sonuçlarıyla ise; giderek siyasal sistemin geleneksel iki kutuplu kurgusunu her aşamada bozabilecek bir denge unsuru konuma ulaştığı görüldü. Devleti yeniden yapılandırmanın ve ikili siyasal sistemi kalıcılaştırmanın ana aktörü pozisyonundaki AKP’yi, tek parti iktidarından düşüren bu güce, geçmişte olduğu gibi darbeci bir müdahaleyle yanıt verildi. Suruç Ankara gibi katliamlarla demokratik muhalefeti sindirmek ve 2014 te hazırlanmış genel çöktürme planıyla da 3. kutubun en diri gücü olan Kürt Özgürlük Hareketini ezmek ve bitirmek hedeflendi. Bir gövde gösterisi olarak bombalarla kendi kentlerini yerle bir ettiler, cesetleri günlerce sokaklarda sergilediler ve tutuklama furyalarıyla ve ibreti alem için verilen cezalarla ve siyasal alandaki parlamenter temsiliyetinin eritilmesi ve sistemin dışına itilmesini sağlamak istediler.
Fakat ne Kürt hareketi ne de daha geniş anlamada 3 kutup dinamikleri sindirilemedi. Aksine AKP ve MHP Ergenekon faşizmine yüzde 50 yi aştırmayan muhalefetin çekirdeğinde, asla biat etmeyen en kararlı ve sürükleyici direnç unsuru olarak varlığını sürdürdü ve 7 Haziran’dan sonra 31 Mart’ta bir kez daha dengeleri altüst etti. Elbette çok farklı nitelikteki muhalefet dinamiklerini yan yana getiren ve onu faşist parti tabanına kadar genişleten esas öğe; neoliberalizm, krizi ve onun dayattığı otoriterizmin bizdeki tezahür ediş biçimidir. Saray etrafında öbeklenmiş küçük bir azınlık eliyle ve ekonomi dışı metodlarla türedi zenginler yaratan pervasız yağmacılık ve iktidarını korumaya çalışırken otoriterizmi lümpen bir faşizme vardıran zorbalıklar muhalefeti büyüten ve çeşitlendiren esas unsurlardır.
Saray rejimine karşı muhalefetin çekirdeğinde, sürükleyici güç olarak üçüncü kutup dinamikleri bulunuyor fakat bu dinamiklerin örgütlü olmadıği, hem halklar arasındaki birleşik mücadele açısıdan hem de batıdaki sol sosyalist güçler açısından dağınıklığın aşılamadığı ortadadır. En geniş ittifak zemini olarak HDK/HDP; seçim süreçlerinde kimi ortaklaşmaları sağlayabiliyor olsa da, örgütsel olarak sözü edilen dinamiklerin tümünü kapsayacak ve birleşik mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt verecek seviyeye ulaşamamıştır. Diğer yandan Haziran Hareketi birleşik mücadele sorununun etrafından dolanarak muhalefet dinamiklerini toparlama girişiminde bulunduysada bunun bir karşılığı olmadı. Aynı dönemde bir çok yapı gib SYKP olarak biz de; faşizmin kurumsallaştırılma sürecine karşı antifaşist bir cephe ve bunun içinde bir sosyalist koordinasyon oluşturmak üzere girişimlerde bulunduk. Çeşitli parti ve örgütlerle görüşmeler yapıldı, fakat ağır saldırı koşullarının yapıların içe kapanmasına neden olduğu süreçte bizim girişimimiz de başarsızlıkla sonuçlandı.
Kürt hareketiyle ittifak halindeki yapılarla , mesafeli duran yapıların nasıl ortaklaşacağı, birleşik mücadelenin nasıl kurulabileceği, faşizme karşı mücadelede demokrasi dinamikleri arasındaki çitlerin nasıl kırılacağı, siyasi yelpazenin kalıcılaşan pozisyonlarının mücadelenin ihtiyaçlarına göre nasıl aşılacağı gündemdeki sorulardır. Bu politik gerçeklik ittifak girişimlerinin basitçe sosyalist yapıların yan yana geleceği, örgütsel ve taktik bir süreç değil, aslında “3. kutup dinamiklerinin yeniden kuruluşunu”sağlama hedefine tabi ve tümüyle politik bir süreç olduğu netçe görülebilmelidir.
Faşizme karşı demokrasi güçlerini birleştirme görevi sosyalist solun önündeki en temel sorun olarak duruyorken; “farklı kitlelere hitap ediyoruz” yaklaşımıyla Kürt Özgürlük Hareketi’nden uzak duran ve mevcut bölünmüşlüğü yeniden üreten anlayışlarla, ya da bir ittifak halinde olunmasına rağmen ilişkileri en alt seviyeye daraltarak birleşik mücadelenin görevlerinden kaçınan ve dolayısıyla bu görevi Yurtsever Hareket’in sırtına yıkan yaklaşımlarla da mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt üretilemeyeceği ortadadır. En geniş demokrasi güçleriyle yan yana gelmeye, mücadeleyi ortaklaştırmaya tartışmasız ki en çok ihtiyaç duyan irade Yurtsever Harekettir. Fakat başta batıdaki ırkçı şoven bariyerin yarattığı engeller, uluslararası boyut kazanmış devletleşme aşamasındaki mücadelenin getirdiği çeşitli nesnel sınırlılıklar, sistemli saldırı altında olma durumunun yarattığı savunma pozisyonu ve elbette subjektif kimi yetmezlikler birleşik mücadelenin sorunlarını çözme konusunda yurtsever hareketin sınırlarını oluşturmaktadır. Dolayısıyla dinamiklerin ortaklaştırılması, birleşik mücadelenin önündeki engellerin kaldırılması konusunda görev batılı sosyalist yapıların sorumluluğundadır.
En geniş antifaşist cepheyi örme hedefi; birleşik mücadelenin önündeki her iki taraftan kaynaklanan engellerin aşılmasına bağlıdır. Kongre konferans süreçlerinde aktif olarak çabaladığımız hedefler; HDK HDP’nin batı dinamiklerini kapsayacak, metropollerdeki Kürt sosyolojisinin sınıfsal, toplumsal sorunlarını batıdaki mücadelenin etkili bir öğesi haline getirecek bir perspektife sahip olması ve bu temelde örgütsel yeniden yapılanmaya gitmesi yönündeydi. Fakat 23 Haziran’a yol açan amorf ve şovenizmin etkisi altındaki muhalefetin örgütlenmesi ve anti-faşist mücadeleye kazanılması için sadece HDK HDP adresine çağırmakla yetinemeyiz. Demokrasi dinamikleri ve hatta sosyalist yapıları kapsayan yarılmanın çağrıyla aşılamadığı kanıtlanmıştır da. Başta sol sosyalist yapıların örgütlülüğünün sağlanması olmak üzere toplumsal dinamikleri derinlemesine kapsayabilecek çeşitli ara formlar, yeni kesişme noktaları, örgütsel modeller, ilişki biçimleri yaratmak ve bu zeminlerden birleşik mücadelenin güçlenmesine hizmet ettirmek zorundayız.
SYKP olarak iki aylık süreç içinde yurtsever hareket dahil 14 parti ve örgütle görüşme yaptık. İkinci tur görüşmeleri sürdüreceğiz. Bu aşamaya dair çıkartılacak en özlü sonuç ittifak zemininin mücadelenin doğası gereği de; tek boyutlu tek biçimli ele alınamayacağı, asgariden azamiye çeşitli yanyana gelişleri kapsayan ve özellikle aşağıdan yukarı pratik içinde şekillendirilecek çok düzlemli bir modelin başarılı olabileceğidir.
“Bu tarz bir ittifak siyaseti işçi sınıfının kendi iç birliğini sağlamasının da vazgeçilmez bir yoludur. İşçi sınıfı böyle bir ittifak siyasetinin başını çekmek, müttefiklerinin özgüllüklerine alan açmak, özerk var olma haklarını tanımak, çeşitli mücadele eksenleri arasında paralellikler, kesişmeler, yakınlaşmalar ve örtüşme zeminleri yaratmakla yükümlüdür. Böyle bir ittifak kendisini sadece bir muhalefet ve karşı-iktidar odağı inşa etmekle sınırlayamaz; aynı zamanda, Demokratik ve Sosyal bir Cumhuriyeti aşağıdan ören bir seçeneği de temsil etmek durumundadır. Bu, sosyalizm ve sosyalizm mücadelesi hakkındaki kavrayışımızı yenilemeye davet eden ve davete icabet ettiğimiz oranda üstesinden gelinebilecek bir görevdir. Böyle bir ittifak siyaseti, 21. yüzyıl devrimlerinin çalınmaması, bozunuma uğramaması ve kendi evlatlarını kurban etmemesinin de en önemli güvencelerinden biri. Zengin koalisyonlar oluşturma ve geliştirme, aynı zamanda, sosyalist demokrasiyi öğrenme ve icra etmenin, kapitalist rasyonalitenin ötesine geçen kurumlaşmalar yaratmanın, örgütsel biçimler ve işbirliği kipleri konusunda ufkumuzu sürekli genişletmenin, farklılıkları iletişimsel, ilişkisel, etkileşimsel, müzakereci ve dayanışmacı usullerle zaman içinde genişleyen bir ortak payda ile kuşatmanın, çoklu karar alma ve uygulama yordamlarını yetkinleştirmenin de vazgeçilmez bir yoludur. Bu ittifak siyaseti, sadece Türkiye’nin koşullarının dayattığı bir ihtiyaç ve gereklilik değil. Evrensel planda da durum aynı, hatta daha karmaşık. Bu, yeni bir enternasyonal inşa etmenin yolunu da kökten farklılaştırıyor. Yeni bir enternasyonal, bölgesel ve kıtasal alt oluşumlara, farklı türden yatay eşgüdümlere yaslanan, mücadele deneylerinin dolaşmasını sağlayan, evrensel dayanışmanın öncelikli alanlarını kolektif olarak belirleyen, kıtasal ve evrensel eylemleri mümkün olan en geniş mutabakatla gündemine alan, çeşitli alanlarda zaten etkin durumda olan küresel ağları içeren son derece zengin bir küresel koalisyon biçiminde vücuda gelebilir ancak. Ama bu, komünist partilerin kendi aralarında daha özgül enternasyonal ilişkiler ve örgütler yaratmalarını dışlamaz, tersine gerektirir. SYKP Program”
3-
Mücadelenin doğası gereği her süreç kendi araçlarını da üretiyor. Fiziksel mesafelenmenin politik ve sosyal mesafelenmeye dönüşmemesi için dijital imkanların sonuna kadar kullanılması devrimcilerin önünde görev olarak durmaktadır. Bu alanın kullanımını abartmak ya da küçümsemek içinde bulunduğumuz süreci ve gelmekte olanı anlamamak demektir. Sömürü toplumu devam ettikçe tüm diğer alanlar gibi giderek büyüyen dijital alan da sınıf mücadelesinin önemli mevzilerinden birisi olmaya devam edecektir. Bu koşullarda yapabileceğimiz en geniş iletişim kanalları yaratmak, kişiler arasında yeni bağlantılar kurmak, eve kapanmış kesimleri bu yönde aktifleştirmek, dijital ortamı forumlara tartışma zeminlerine çevirmek, ideolojik politik olarak yoğunlaşma fırsatları yaratmak ve elbette olası internet engellemelerine karşı mutlaka fiziki buluşma yedeklerini oluşturmak gerekir. Dijital alanın bu denli yaygın hale gelmesinin sınıfın güncel mücadelesi açısından da kullanılabildiğinin çok sayıda örnekleri mevcuttur. Çalışmaya zorlanan işçilerin emekçilerin işyerlerine dönük haksız hukuksuz uygulamaları hızla kamuoyuda teşhir etmekve bu zeminde alışverişi engelleyecek bir tepki örgütlemek uzun yıllardır kullanılan bir mücadele aracıdır.
Ancak SYKP olarak içinde bulunduğumuz dönemin en önemli ve etkili mücadele aracının özellikle büyük metropollerde kurulacak yerel dayanışma ağları olduğunu söylüyor ve hayata geçirmek için tüm gücümüzle çaba harcıyoruz. Gezi’den bu yana forumlar, HDK meclisleri, Hayır meclisleri, yerel demokrasi meclisleri olarak süregelen yerel örgütlenme modellerinin yaşatılması ve kalıcılaştırılması gerektiğini savunduk. Son gelişmelerle birlikte bu yönde başta istanbul olmak üzere, bulunduğumuz yerellerde dost kurumlarla da ortaklaşarak ilçeler ve kimi mahalleler düzeyinde dayanışma ağlarının kurulmasına önayak olduk. İstanbulda 25 civarında yerel dayanışma ağı ve girişimi var . Bunlardan bir çoğu etkinleşti ve faaliyetlerini sürdürüyor. Nicelik ve nitelkçe henüz çok yetersizdir ancak sosyal iktisadi sorunları önceleyen çalışma tarzı üzerinden yürünürse çok daha fazla gelişeceği beklenmelidir. Dayanışma ağları kendi sosyal medya kanallarını gruplarını oluşturdu. İlerleyen günlerde bu ağların doğru ve güvenli bilgilenme açısından önemli katkısı olacaktır. Önceleri eve kapananların alışveriş ihtiyacını karşılamakla başlayan faaliyet giderek ihtiyaç sahiplerinin tespiti, gönüllüleri dahil etme, yardım toplama ve gıda dağıtımı örgütleme, emekçilere hukuk desteği verme, çocuklara dönük etkinlikler, ve sağlık emekçilerinin yemek maske ihtiyaçlarını üretmek gibi daha kapsamlı işlere doğru genişledi.
Sorunun değil bir parçası haline gelmiş hükümet in sayıları gizleyerek yürüttüğü “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” politikası önümüzdeki aylarda çok daha zorlu koşullarla karşı karşıya kalacağımızın kanıtı oluyor. Deprem günlerinde olduğu gibi salgın döneminde de dayanışma hayat kurtarma gücüne sahiptir. ABD haberlerinde dayanışmayla silahlanmayanların komşuna karşı silahlanışı izliyoruz. Yaşanacak bir sosyal patlama dayanışma ilişkileriyle örgütlendiğinde bir toplumsal harekete dönüşebilir aksi halde suçun çeteciliğin karaborsanın ezilenlerin birbirine karşı şiddetinin hakim olacağı bir toplumsal çürümeye dönüşeceği açıktır.
Dayanışma tek yanlı bir yardım ilişkisi değildir. Kitlelerin sorunlarını elbirliğiyle çözebildikleri, karar alıp uygularayarak kendi kendini yönetmeyi, yaşamı örgütlemeyi öğrendikleri çürütülen toplumsallığın dayanışmayla yeniden kurulabileceği çok boyutlu mücadele mevzisi olarak görülebilmelidir. Toplumsal alan mücadelesi ve örgütleri eğer yukarıdan bir kalıba sıkışıtırılmaya çalışılmazsa Gezi’de olduğu gibi binbir yaratıcılıkla ortaya bir çok örgütlenme modeli ve tarzı çıkaracaktır. Toplumsal mücadelenin bu evresinde ufkumuzu açacak deneyimlere fazlasıyla ihtiyacımız var. Sonuç olarak dayanışma ağları siyasi yapıların emek demokrasi ve özgürlük güçlerinin en kolay ortaklaşabileceği, şovenizmin daha kolay aşılabileceği ve giderek birleşik mücadelenin yerel dayanaklarını oluşturacak, toplumsal derinlik kazanabileceğimiz formlar olarak öne çıkmaktadır.
4 –
Emperyalist kapitalist sistem bunu yapacak bir toplumsal irade ortaya çıkmadan sonsuza kadar kendisiyle birlikte toplumu da çürütmeye devam edebilir. Biliyoruz ki rekabete ve kar hırsına dayalı bir sistem olarak kapitalizm krizlerle içiçe yaşar. İşleyişi onu krize sürüklerken aynı kriz yenilenmesine hizmet eder. Zayıflar iflas edip piyasadan çekilirken güçlülerin daha da büyümesini sağlar. Bu giderek büyüyen çapta yenilenen kısır döngü dünyasallaşmış emperyallst kapitalizmin her krizinin bir öncekinden daha derin ve büyük olmasını, yarattığı alaborada artık gezegen ve üzerindeki canlılığı tehdit eder seviyeye gelmiştir. Bu gidişe bir noktada dur denilmezse kapitalizm kendi yıkımıyla birlikte insanlığın yokuluşunu da getirebilir.
Sosyalizm daha emperyalizmin ilk kriziyle imkan dahiline girmiş ve bolşevik devrimiyle de gerçekleştirilmişti. Yaşanan her kriz kapitalizmden yeni kopuşlara yolaçtı. Tek kutuplu dünyanın neoliberalizmi tarihin en büyük kriziyle karşı karşıya. Pandeminin çarpan etkisi yaşanacak olanın boyutlarını büyütüyor kapitalist ekonomilerde daha şimdiden yüzde 20 lerden 40 lara kadar değer kaybı yaşandığı bildiriliyor. Devletlerin de daha fazla otoriterleşeceği, toplumla hakim olma çabalarının panoptik bir topluma gideceği Çin’in şimdiden bunun örneklerini hayata geçirmeye başladığı bilgisi ortalıkta dolaşıyor. Çarpan etkisinin şiddetlendireceği diğer olgu da yakın dönemde dünyanın 40 ülkesini dolaşan toplumsal hareketlerdir. Kapitalizm insanlığın geleceğinde bir seçenek olmaktan çıkarken “son kavga” son kavgayı yapacaklar ortaya çıktığında başlayacaktır.