Binlerce insanın yaşamını yitirmesine neden olan yeni tip Corona virüsünün yol açtığı Covid-19 salgını dünyanın pek çok noktasına yayılmış durumda. Hal böyleyken her devlet, virüsün yayılmasını önlemek amacıyla bir dizi önlem aldı, alıyor. Bu ‘önlemlerin’ başında ise “Evde kalın” çağrıları geliyor. Neredeyse tüm dünya halka “Evde kal” diye seslenirken, duyulmak istenmeyen halk neler söylüyor peki? Çalışmak zorunda bırakılan emekçiler, her zaman olduğu gibi sadece zengine güven veren bozuk bir sağlık sistemi, evde kalmaya çağrılması sonucu ev içinde giderek artan erkek şiddeti… Şüphesiz daha pek çok sorun sayabiliriz. Ki hepsi oldukça önemli ve ayrı başlıklar altında tartışılması gereken meseleler. Biz bu yazımızda karantina süresince artan ev içi şiddet konusuna odaklanacağız.
Patriarkal kapitalizmin, her türlü şiddet mekanizmasıyla kadınların hayatını kontrol altına alma çabasında oluşuna bu kez de karantina günleri eklendi. Salgının yayılmasıyla birlikte sadece coğrafyamızda değil dünyanın pek çok ülkesinde kadına yönelik şiddet artmış durumda. Her türlü bahaneyi kadına yönelik şiddete dönüştürme potansiyeline sahip olan erkek aklı, evde kalmanın faturasını da biz kadınlara çıkarıyor.
Bu noktada kadınlar için ‘ev’ ne anlama geliyor biraz da bunu sorgulamak gerek. Sadece geçtiğimiz son birkaç ayın kadın cinayetleri raporlarına baktığımızda kadınların, ‘en güvenli olması’ gereken yerde; evlerinde öldürüldüğünü görüyoruz. Kadınlar için ev çoğu zaman sığınak değil, en tekinsiz yerlerden biri. Şiddeti kimin uyguladığına baktığımızda ise failler en yakınlar. Kadınlar genellikle kocaları, sevgilileri, babaları, erkek kardeşleri ve ayrıldıkları erkekler tarafından şiddete maruz bırakılıyor. Yani kendini, kadına ‘sahip’ sanan zihniyet tarafından.
Yalnızca resmi verilere göre karantinanın başladığı Mart ayında erkek şiddeti, yüzde 38.2 oranında arttı. Lakin, bizler gerçeğin verilerin çok ötesinde olduğunu biliyoruz. Keza LGBTİ+’lar için de durum aynı oranda artmış durumda. Zaten homofobiye karşı hem evde hem de sokakta sürekli mücadele etmek zorunda kalan LGBTİ+’lar –özellikle de aileleri ile birlikte yaşamak durumundalarsa- bu dönemde şiddetin birebir hedefi durumundalar. Şiddet derken elbette sadece fiziksel şiddeti kast etmediğimizin de altını çizmekte fayda var. Cinsel, psikolojik, ekonomik vb. olarak şiddet her biçimde karşımıza çıkıyor. Kadınlar için çözüm evde kalmak değil o evlerden çıkmak.
Evde kalmaya alışkın olmayan, istediği an sokağa çıkma özgürlüğüne sahip olan erkek, bu zorunlu ev hapsi sürecinde öfkesini yine kendisinden güçsüz olduğuna inandığı kadına ve çocuğa yöneltiyor. Ekonomik, sosyal vs. gerekçelerle katlanan öfke, erkek şiddeti olarak karşımıza çıkıyor. Yani evet her kriz döneminde olduğu gibi fatura yine kadına kesiliyor. Özellikle ekonomik olarak da eve hapsedilen erkek, evde kalması sebebiyle oluşan iktidar boşluğunu kadın üzerindeki tahakkümünü artırarak doldurmaya çalışıyor.
Bu dönemde karşımıza en çok çıkan şiddet türlerinden biri de cinsel şiddet. Karantina günlerinde evde yapılacak ‘aktivite’ önerisi olarak seksi gösterdi kimi uzmanlar. Çokça espri malzemesi yapılan bu tür açıklamaların kadınların hayatına yansıması ise komik olmaktan bir hayli uzak. Hali hazırda zaten cinsel ilişkide özellikle de ortada bir evlilik varsa rızası olup olmadığı aranmayan kadın, karantina günlerinde iki kat baskılanıyor. İlişkilerde, evliliklerde hala tecavüz gerçeğinin yok sayıldığı anlayışta, cinsel şiddet de çoğunlukla görünmez kabul ediliyor.
Tamda bunları tartıştığımız şu günlerde kız çocuğuna yönelik istismarı resmileştiren ‘af’ Meclis’in gündeminde. 2016 yılından beri belirli aralıklarla ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilen ve kadınların mücadelesi sonucu geri adım attırılan bu düzenleme, çocuk istismarı faillerinin, istismara maruz bırakılan çocukla evlenmesi dahilinde ‘afffedilmesini’ öngörüyor. Bu düzenlemenin tartışılması dahi hicap duyulması gereken bir durumken yasalaşması halinde ev içi şiddetin ne kadar artacağını tahmin etmek güç değil. Zaten büyük bir travma yaşayan cinsel istismara maruz bırakılmış bir çocuğu, faille evlendirip, birlikte yaşamaya zorlamak yıllarca sürecek sistematik bir şiddete onay vermek anlamını taşıyor.
Zaten erkek şiddetine ilişkin kendi koydukları yasaları dahi uygulamayan, ilk imzacısı olmakla övündüğü İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunu fiilen etkisizleştiren Türkiye’nin şiddete karşı adımlar atmasını beklemek gerçeklikten uzak. Bugünlerde en çok tartışılan meselelerden biri olan devletten talep etme noktası ise bu açıdan da baktığımızda gerçekliğini yitiriyor. Yapmak zorunda olanı dahi yapmayan üstelik şiddeti hem yasa hem de söylemleriyle teşvik eden bir sistemin bu soruna ‘çare’ üretmesi muhtevasına uygun değil. Özellikle kadını değil aileyi önceleyen bir sistemden.
Öte yandan kadınlar her kriz döneminde olduğu gibi bu salgın günlerinde de iş yerlerinde ‘ilk gözden çıkarılanlar’ listesinin başında yer alıyor. Güvencesiz ve ücretsiz sonu belirsiz bir ‘izne’ çıkarılan ilk kesim olan kadınlar, ekonomik şiddetin de doğrudan muhattabı. Çünkü patriarkal kapitalizmin gözünde kadınlar için ekonomik özgürlük olmazsa olmaz bir hak değil, onların ‘bakımı’ aile ya da bir erkek tarafından üstlenilebilir. E tabi dolayısıyla da iş hayatında hemen gözden çıkarılıp, eve, bir erkeğin bakımına muhtaç edilebilirler.
Peki tüm bunlara karşı kadınlar, devlete ‘kendi koyduğun yasaları bari uygula’ demek dışında neler yapabilir? Hali hazırda olan 6284 gibi yasaları önemsizleştirmek değil katiyen maksadımız ancak patriarkal kapitalizm her gün, tüm şiddet mekanizmalarıyla üstümüze gelirken elimizden fazlasının gelmesi dışında bir çaremiz yok.
Birbirimize yurt ve derman olmak dışında önümüze konan her alternatif çokça silik. Sözde değil yaşam alanlarımızda, gerektiğinde özsavunma ile gerektiğinde kadınların yurdu olabilecek yaşam alanlarını sağlamak için el ele vermek dışında kurtuluş yok. Bunun için de bu süreçte, bir şiddet olayına şahit olduğumuzda yani herhangi bir evde erkeğin kadına şiddet uyguladığını duyduğumuzda veya gördüğümüzde, hemen bu duruma, meşru olan özsavunma hakkımızla müdahale etmeliyiz.
Bu yüzden hiçbir kız kardeşimizin yalnız olmadığını yüksek sesle bir kez daha haykırmak, ellerimizi birbirine kenetlemek için buradayız. Dünde buradaydık, bugünde ve daima, kurtuluşa dek.