“Hoş olsun bütün verdikleri aldıkları su çiçeklerinin
Gül susar çiğdem uyanır
Tüfek başlar konu değişir”(*)
Konu değişti.
Önce biri sonra diğerleri ardı sıra düştüler yola ve nice zaman oldu konu değişeli.
Türkiye sosyalist hareketinin uzunca süredir içinde bulunduğu açmaza soluk vermenin kararlılığıyla yola düşüp, siper yoldaşlığının manasını bir kez daha nakşettiler zihnimize.
Adımlarını kaygısızca atıp, Alice misali minik bir delikten geçerek yönlerini ‘Harikalar Diyarı’na çevirenlerin elbet var bir bildiği. Tabii ki bizler harikalar diyarında olmadığımızın farkındayız. Ama yine farkındayız ki o diyarı yaratmak hayatın olağan akışının değil bizim ellerimizde. Yalnız bizim.
Reformist solun kendisini bir kez daha gösterdiği bugünlerde, gerçek bir kopuşu yeniden dillendirmenin tam da zamanı.
Ölümsüzlerin izinde, bireysel hayatlarımızın suni dengesinin ne kadar da kırılgan olduğunu hatırlamanın tam da zamanı.
Tekil olmanın verdiği konfor alanı ve bireyciliğin çağımızın yükselen ‘trendi’ sayılması, yola düşenlerin ‘gerçekleşmeyecek hayaller peşinde’ oldukları yalanına inanmak için bire bir. Oysa bizler atılım ve kopuşun ne denli tırnakla kazırcasına hem güç hem de bir adım kadar yakınımızda olduğunu ‘ateş kuşları’ndan öğrendik, öğreniyoruz.
Doğan’dan devrimi bir işçi ustalığıyla inşa etmeyi,
Zahide’den sıyrılması bir hayli güç olan geleneksel aile kodlarından kopmayı,
Cömert’ten özgürlük güçlerinin fedaisi olmayı,
Cemre’den harlanan öfkeyi toprağa serpmeyi,
Tamer’den ezilen halkları yoldaş kılmayı,
İdil’den kabını derya olup kat be kat aşmayı,
Cihan’dan Karadeniz’in öfkesini dünyaya yaymayı,
Aynur’dan öncüleşen kadının sarsılmaz iradesini,
İnce Memed’den gözü kara koşup tüm sınırları aşmayı,
Bayram Ali’den bir kar tanesinde gözyaşına dönüşebilen hakiki sevgiyi,
Robin Agiri’den okyanusları aşıp ‘No Pasaran’ diyebilmeyi,
Görkem’den mücadelenin özünün afili sözler değil pratik olduğunu,
Rasih’ten molasız bir yola koşar adım çıktığımızı,
Tufan’dan fotoğraflara sığmayacak anıları kuşanmayı,
Ulaş’tan hayallerimiz için soğuk bir kış gecesinde bilinmez bir yolu adımlayabilmeyi,
Mehmet Ali’den mücadelede bir fidan olup düşmanın beynine yürümeyi,
İmran’dan olmazları oldurup, korkunun üzerine gidebilmeyi,
Ve Mehmet Kurnaz’dan, abimizden nasıl yaşayıp, nasıl ölmemiz gerektiğini, dünyanın ışığını hiç durmadan yansıtmayı öğrendik, öğreniyoruz.
Onlar ‘geçilmez’ denen bir eşiği geçtiler. Geçmekle de kalmayıp yeni bir yolun taşlarını döşediler. Ne mutlu ki o eşikten kaybolmayan coşkusuyla geçebilene ve onların ayak izlerini takip ederek ardından gidenlere.
Biliyoruz ki bu ayrılık sadece bedene has ıhlamurlar çiçek açtığında bir gün mutlaka beraber omuzlayacağız zaferi.
Şimdi kuşanıp onlara olan sevgimizi, zafere olan inancımızı, zulme olan öfkemizi, her alanda, her sokak başında, meydanlarda, evlerde, cezaevlerinde şehirlerde ve kırlarda kesintisiz bir taarruz şiarıyla yürüyoruz.
Bu yürüyüşte önümüzü aydınlatan, sene 2012’yi gösterdiğinde halkların kardeşliği ve mücadele birliği için egemenlerin ördüğü telleri koparıp, Rojava devrimine koşan devrimcilerin çizdiği kopuş çizgisi ve atılımdır.
Sadece bizler değil tüm dünyadaki devrimciler için kutup yıldızı olan Rojava devrimine saldıran T.C. destekli IŞİD çetelerine karşı verilen mücadelede, ‘düştü düşecek’ denilen Kobane değil onların zulüm kaleleri yerle bir edildi.
Ne kapattıkları ‘koridorlar’ ne en ileri teknolojide geliştirdikleri silahları, hiç biri başını öne eğdiremedi Rojava’da kanları ve solukları birbirine karışan, farklı uluslardan sayısız devrimcinin.
Ne IŞİD ne Türkiye ne de Türkiye’nin desteklediği diğer çeteler geri adım attırabildi Türkiye sosyalist devriminin Kürt halkının özgürlüğünden ayrı olamayacağını kavrayan İdil, Rasih, Aynur, Robin ve Mehmetlere.
Rojava muhakkak ki tüm dünyadaki devrimciler için bir ışık ve umut oldu ama en çok da kadınlar için. Kürt, Arap, Ezidi, Süryani, Türk, Fransız ve haritanın unutulan yerlerinden dahi pek çok kadın, kadının varlığına saldıran çetelere karşı kuşandı öfkesini. Kaçırılan, tecavüz edilen, köle pazarlarında ‘satılan’, öldürülen, kendinden vazgeçmeye zorlanan kız kardeşleri için gözlerini kırpmadan öne atıldı kadınlar.
Özgürlük onların adıyla anıldı, bizlere birbirinin dilinden anlamaktan öte bir dil geliştirmenin ne denli mümkün olduğunu gösterdiler. Kız kardeşleşmenin en güzel manifestosunu yazdılar yanı başımızda. Tüm dünyada bir çığlık oldu sesleri: Biz varız ve buradayız!
Onlardan aldığımız güç ve öğretileri ile patriarkal kapitalizmin her türlü baskı aygıtından nasibini alan, öldürülen, sömürülen, tecavüze uğrayan, susturulan, hapsedilen, güveni kırılan, umudunu yitirmeye yüz tutan, baba-koca-sevgili-patron kıskacında kısacası eril düzende görünmez kılınmaya çalışılan tüm kadınlar için, kadınlarla birlikte bayrağımızı yukarı daha yukarı taşımak için çıktık yola.
Bazen kaybedip bazen kazanarak ama asla pes etmeden asla kız kardeşliğin ve yoldaşlığın verdiği sonsuz güveni unutmadan. Ellerimizi birbirinden ayırmadan, takılıp düştüğümüzde birbirimizi kaldıracağımızı bilerek, hiçbir kadının kirpiği yere düşmesin diye yıkmak için zulmün kalelerini düştük yola.
Ve bizler bir kez daha soruyoruz mücadele şimdi değilse ne zaman?
Korkak ezberlerin hükmü düştü, şimdi onlar, şimdi adalılar konuşacak.
(*) Turgut Uyar