Eylem Ataş’ın anısına
Fidanlıkta köklerini toprağa bırakıp filiz vermeye başlayınca ilk olarak nerede olduğunu merak etmişti. Önce çevresinin kendisi gibi fidanlarla çevrili olduğunu anlayınca tatlı bir şaşkınlık geçirmiş ve yalnız olmadığı için çok sevinmişti. Çevresini incelemeye başladığında bulunduğu yerde farklı bölümler olduğunu ve her bölümde farklı türlerden fidanların olduğunu görmüştü. Güneşli, sarı sıcak bir ilkbahar sabahında yeni uzamaya başlayan dallarından, en tepedekine konan serçenin ince bir “Merhaba” sesiyle irkilmişti. Önce ne olduğunun farkına varamamıştı ama yine serçenin ince sesiyle “Merhaba” diye seslenmesiyle, dalına konan kuşun kendisiyle konuştuğunu anlamıştı. İlk şaşkınlığını üstünden atıp “Merhaba” diye yanıt verdi.
Serçe “Sen yenisin sanırım burada?” dedi.
Fidan “Evet yeniyim ve tanımaya çalışıyorum burayı. Sen burayı tanıyor musun, bana anlatabilir misin?” dedi.
Serçe, “Tabi ki anlatırım, biz artık arkadaşız, her gün gelirim ve sohbet ederiz.” dedi.
Fidan artık yalnız olmadığı için çok mutluydu. Serçe anlatmaya başladı; “Burası belediye fidanlığı. Köklerinizi toprağa salıp dal vermeye başladığınız zaman sizleri buradan alıp farklı yerlerde toprağa dikecekler” deyince
Fidan heyecanla “Nereye?” diye sordu.
Serçe “Bak, görüyor musun çevren hep farklı türden fidanlar ile çevrili, şu ileridekiler çam ağaçları, onları parklara götürürler. Gidecekleri yerler çok güzeldir, cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle doludur. Sıcak günlerde insanlar pikniğe giderler parklara, çamların altında neşeyle eğlenip şarkılar söylerler. Bak, çamların yanındaki bölümde olanlar Palmiye’dir. Onlar havalıdır, çok uzak ülkelerden getirilirler. Önce bir müddet burada kalırlar, sonra şehrin en görünen yerlerine dikilirler. Şehrin makyajıdır onlar. Palmiye’nin hemen arkasında olanlar Meşe ve Ardıç’tır, onları dağlara götürürler. Zalime ve zulme başkaldıran asilerin mekanı dağlara götürüp dikerler ki, dağlar yeşillensin. Orada asilere arkadaşlık ederler, dalları bulutlara yoldaşlık eder.”
Fidan heyecanla araya girip “Peki, ben nereye gideceğim” dedi.
Serçe önce sustu ve bir müddet sonra ağır ağır konuşmaya başladı. “Seni şehir mezarlığına götürecekler. Sen Akasya ağacısın, istersen salkımlarını yere salarsın, istersen dallarını yukarı uzatıp engin bulutlara yoldaşlık edersin.”
Adını öğrenen Akasya heyecanla “Hayır. Ben salkımlarımı yere salmayacağım, yukarı uzatıp bulutlara yoldaşlık edeceğim.” dedi ve ardından sordu: “Mezarlık nasıl bir yerdir?”
Serçe düşündü önce ve hüzünlü bir ses tonuyla “İnsanların dünyadaki yolculuğunu tamamlayıp doğaya karıştığı yerdir” dedi.
Fidan “Peki, Çam ağaçlarının gittiği yer gibi neşe ile dolu mudur, insanlar
benim de gölgemin altında dinlenip eğlenecekler mi?” diye sordu.
Serçe, “Mezarlıklar; parklar gibi değildir. Oraya, yakınlarını uğurlamaya gelenler hep hüzünlüdür ama mezarlıklar insanların dünyada tek eşit olduğu yerlerdir” dedi.
Akasya artık alışmaya başlamıştı şehir mezarlığındaki yerine. Dostu Serçe, sözünü tutmuş, yeni yerinde de onu yalnız bırakmıyor, her akşam güneş Adana’yı kızıla bürürken gelip onunla dertleşiyordu. Serçe ona şehri, gökyüzünü, tanık olduğu olayları anlatırken, Akasya da ona o gün
mezarlığa defin için getirilen ölüleri ve onları son yolculuğuna uğurlamak için gelen insanları, o insanların arasında geçen konuşmaları anlatıyordu.
…
Akasya’nın canı sıkkındı, bir haftadır dostu Serçe yoktu, “Mutlaka başına bir şey geldi, yoksa mutlaka gelirdi.”diye düşünürken dostunun geldiğini fark etti. Heyecanla, “Neredeydin, seni çok merak ettim” dedi. Serçe “Hiç sorma, bir Atmaca’nın saldırısına uğradım. Kendimi zor kurtardım.
Saldırı esnasında, yakınlardaki bir ağacın kovuğuna kendimi atarken kendimi incittim. Bir haftadır oradaydım. Bugün kendimi biraz iyi hissedince hemen yanına geldim. “Sen nasılsın?” diye sordu. Akasya, “Sen yokken canım çok sıkıldı. Seni çok merak ettim.” dedi. Ve devam etti. “Bu hafta burası çok hareketliydi. Dün defnedilmek için getirilen kişi çok gençti. Onu uğurlamaya gelenler epeyce kalabalıktı. Epeyce kelli felli adam ve üniformalı insanlar vardı kabrin başında. Arkalarda ise parmaklarını acayip şekillere sokan, rahatsız edici sesler çıkarıp bağıran kalabalık bir güruh vardı.