Geçtiğimiz hafta içerisinde buğday alım fiyatları ve ithalat miktarları ile alakalı olarak basında çeşitli haberler yer aldı. Toprak Mahsulleri Ofisi, Mayıs ayında çiftçiye makarnalık buğdayın tonu için 1850 TL fiyat verdi. Buğday fiyatlarının piyasada 2000 TL’ye yükselmesi ile birlikte, makarna üreticileri ithalat yapılmasını istedi. TMO’ da fiyat artışlarını ve stokçuluğu önleme bahanesi ile 15 Ağustos’ta 500 bin ton buğday ve 60 bin ton arpa ithal etmek için ihale açtı. TMO’nun 25 Ağustos’ta yurtdışından 330 dolar seviyesine (2460 TL) ithal ettiği makarnalık buğdayı Ekim ayı içerisinde 1950 TL seviyesinden iç piyasaya süreceğini açıkladı.
İthalat bu kadarla sınırlı kalmayıp Eylül ayı içerisinde de devam edecek. TMO’nun 15 Eylül’de yine buğday ithalatı için ihale açacak ve 500 bin ton buğday ile 60 bin ton arpa ithalatı daha yapacak. Tercih edilen yaklaşımlar sebebi ile üreticinin tarlasından koparıldığı AKP iktidarı boyunca çiftçi üretimden caydırılarak tarlalar ranta ve gıda tekellerine terk edildi.
Ziraat Mühendisleri Odası’nın yaptığı açıklamada (1) yer aldığı şekliyle; Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, Türkiye’nin 2019 yılı buğday ithalatı 8 milyon 374 bin tonu ekmeklik ve 1 milyon 453 bin tonu makarnalık buğday olmak üzere 9 milyon 827 bin ton. 2002 yılında 1 milyon 116 bin ton olan buğday ithalatı bugün 10 milyon ton sınırına ulaştı. 2002` de sadece 150 milyon dolar ödediğimiz buğday ithalatının 2019 yılı faturası 2 milyar doların üzerinde.
ABD Tarım Bakanlığı’nın Nisan 2020 tarihli ‘Dünya Pazarları ve Ticareti Raporu’na göre; Türkiye, Mısır ve Endonezya’dan sonra en fazla buğday ithalatı yapan 3 ülkeden biri. Buğday, üretimi diğer tarımsal ürünlere göre üretimi daha kolay olan bir ürün. Ancak buna rağmen bu ürünün belirli bir planlama dahilinde üretimi yerine bakanlık ithalatı teşvik ediyor.
içinde bulunduğumuz ekonomik krizde halkına karşı açık ve yadsınamaz bir ihanetin içerisindedir. Tarım bakanlığının hem kur baskısına rağmen ithalata devam etmesi, hem de ithalat nedeni ile yerli üretimden kaçışa sessiz kalmasını başka bir şekilde tarif edebilmek mümkün değil. Bakanlığın bu yaklaşımının sonuçları ise gıda enflasyonu ve düşük gelirli halkın buna bağlı sebeplerle gerektiği şekilde beslenememesi sonuçlarını doğuruyor.
Tarımdaki ithalata yaslanan yaklaşımın birincil sorumlusu olarak AKP iktidarını işaret etmek hata olmaz. Üretimin önüne set çeken bu ithalatçı anlayışın sebep olduğu sonuçlardan biri çiftçinin üretimden ve tarlasından vaz geçerek köyden kente göç etmesi. Bu noktada AKP iktidarının asli sorumlu olduğunu rakamlar da destekliyor. 2002 yılında tarımın istihdamdaki payı yaklaşık %35 iken, 2020 Haziran verilerine göre %19,3. Türkiye tarım sektöründe istihdam edilen kişi sayısı 2002’de yaklaşık 7,5 milyon kişiyken, bu sayı 2020 yılında 4,5 milyon kişi seviyesine kadar geriledi. Sadece son bir yılda 280 bin kişi desteklemelerden istifade edebilmek için kayıtlanması gereken ÇKS sistemine kaydını yaptırmadı. Çiftçinin tarımdan, tarlasından kopuşu giderek hızlanıyor.
İthalata yol açan bir diğer sorun ise tarımsal alanların imara ya da maden şirketlerine peşkeş çekilmesi. AKP iktidarı boyunca Türkiye’de 3,5 milyon hektar tarım arazisi ranta peşkeş çekilerek tarım dışı amaçlarla kullanılmaya başlandı.
Doğrudan Gelir Desteği özünde üretimi teşvik etmediği için buğday üretimi başta olmak üzere tarımsal üretimin geliştirilmesi açısından bakıldığında soruna çözüm olamamıştır. Tarım bakanlığı tarafından üretim planlamasının organize edilmemesi nedeni ile üretici tamamen piyasanın esiri haline gelmiş haldedir. Dünyadaki buğday ekiminin incelenmemesi ve uluslararası piyasalarda buğday fiyatlarının bakanlık tarafından takip edilmemesi de üreticiyi misli ile mağdur eden sonuçlar meydana getirmiş bir halde.
Girdi maliyetlerinin fazlalığı, köyden kente göç sebebi ile tarım ile uğraşan çiftçilerin yaş ortalamasının artması, bu artışa bağlı olarak gelişen mevsimlik işçi talebi ve buna bağlı gelişen diğer sorunlar neredeyse tamamen bir yumak haline gelmiş vaziyette.
Özellikle buğday gibi adeta stratejik tarımsal ürünlerin üretiminin sürdürülebilirliğinin sağlanması, halkın gıda güvencesinin uygun ekonomik koşullarda temini, tarımsal üretimde planlama ve çiftçilerin örgütlülüğü en önemli konular olarak önümüzde durmaya devam ediyor. Özellikle çiftçinin kendi ürününün fiyatını piyasa koşullarına teslim olmadan kendisinin belirleyebilmesi için kooperatifler etrafında örgütlenmesi birincil öncelik olmalıdır. Bu sayede AKP tarafından özelleştirilen veya işlevsizleştirilen KİT’lerin fiyat düzenleyiciliği işlevi kooperatifler tarafından yerine getirilebilecektir.
Tarımsal üretimi teşvik etmek ve çiftçiyi tarlasına döndürebilmek için girdi maliyetleri azaltılmalı ve tarımsal desteklemeler 5 ya da 7 yıllık olarak belirlenmeli ve ilan edilmelidir. Mevcut tarım alanlarının daha fazla talan edilmesinin önüne geçilmeli, başta yerel yönetimler olmak üzere kullanılmayan tarım arazileri özellikle küçük çiftçi ailelerin kullanımına sokulmalıdır.
AKP iktidarı, içinde bulunduğumuz ekonomik krizde halkına ve çiftçisine karşı açık ve yadsınamaz bir ihanetin içerisindedir. Hasat zamanı yapılan ithalatla üretici ile rekabete girmesi bu ihanetin adeta belgesidir. Tarım bakanlığının kur baskısına rağmen ithalata devam etmesi ve ithalat nedeni ile çiftçinin yerli üretimden kaçışına sessiz kalmasını başka bir şekilde tarif edebilmek mümkün değil. Bakanlığın bu yaklaşımı gıda enflasyonu ve buna bağlı olarak düşük gelirli halkın gerektiği şekilde beslenememesi sonuçlarını doğuruyor. AKP’nin halkına ve çiftçiye ihanetinin bedelini ödetmek için örgütlü mücadeleyi yükseltmek en temel öncelik olmalıdır. Yapılması gereken ve AKP’nin en büyük korkusu örgütlenmiş bir halktır.
1) https://zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=32353&tipi=24&sube=0