Dünyada ve modern tarih boyunca çok az halk hareketi Birinci İntifada ile karşılaştırılabilir, otuz üç yıl önce başladığı zamanki bugün de geçerliliğini koruyor.
Ramzy Baroud
8 Aralık sıradan bir günmüş gibi geldi geçti. Filistinli siyasi gruplar için ne kadar alelacele de olsa anılması gereken yıldönümlerinden biriydi. Otuz üç yıl önce o gün Birinci Filistin İntifadası patlak verdi ve bu tarihsel olayda sıradan hiçbir şey yoktu.
Bugün bu ayaklanma tarihsel bir bakış açısından inceleniyor sadece: düşünme ve belki görünürde uzak bir geçmişten ders alma fırsatlarından biri. İntifadanın siyasal bağlamı ne olursa olsun, bu bağlam zaman içinde buharlaşıp yok oldu.
İntifadanın basit açıklaması şöyle: O zamanlar sıradan Filistinlilere statüskodan gına gelmişti ve İsrail’in askeri işgalini “sarsmak” ve seslerini duyurmak istediler.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) bekleneceği üzere hızla harekete geçerek insanların fedakârlıklarının meyvelerini toplamak ve bunları somut siyasal kazanımlara çevirmek istedi, sanki geleneksel Filistin liderliği Filistin halkının iradesini gerçekten ve demokratik olarak temsil ediyormuş gibi. İntifada bazı Filistin “liderler”inin kariyerini canlandırmak için kullanıldığından -bunlar adlarına konuşmak üzere Filistinlilerden icazet aldıklarını iddia ettiler, bu da 1991’de Madrid Görüşmeleri, 1993’te Oslo Anlaşması ve sonrasında gelen tüm öteki “uzlaşmalar” ile sonuçlandı- bunun sonucu tam bir felaket oldu.
Ama hikâyenin devamı da var.
Yedi yıllık İntifada süresinde İsrail ordusu tarafından çoğu genç olan binlerce Filistinli öldürüldü; İsrail şiddet içermeyen protestolar yapanlara ve özgürlüklerini isteyen taş atan çocuklara düşman savaşçıları muamelesi yaptı. “Öldürmek kastıyla ateş açmak” ve “kırık kemik politikası” gibi terimler ve birçok başka askeri komplolar zaten şiddet içeren söyleme bu korkunç yıllarda girdi.
Oysa İntifada aslında Yasser Arafat, Mahmud Abbas veya öteki Filistinli yetkili ya da siyasi grubun Filistin halkı adına müzakere yapması için verilmiş bir vekalet değildi ve halkın liderliğe, karşılığında bir şey alınmamış siyasi uzlaşmalar önermesi çağrısı da kesinlikle değildi.
İntifadanın anlamını ve günümüzdeki geçerliliğini kavrayabilmek için, günümüzün gerçeklikleriyle az ilintiye sahip bir tarihsel olaydan çok sürekli yeni anlamlar yaratan aktif bir siyasi olay olarak görülmelidir.
Filistin halkı tarihsel olarak siyasi temsil konusuyla sorun yaşamıştır. 20 yüzyılın ortaları gibi erken bir tarihte çeşitli Arap rejimleri Filistin halkı adına konuşma yetkisine sahip olduklarını iddia etmişler, böylece kaçınılmaz olarak Filistin’i kendi iç ve dış politika gündemlerinin bir maddesi olarak kullanmışlardır.
Filistin’in bazı hayali kolektif Arap gündeminde bir madde olarak kullanılması ve istismar edilmesi, Arapçada “Nakba” yani “Hayal Kırıklığı” olarak bilinen 1967 savaşında bazı Arap ordularının onur kırıcı yenilgisinden sonra görece sona erdi. En büyük Filistin siyasi partisi El Fetih FKÖ’nün liderliğini üstlendiğinde meşruiyet krizinin hızla sona ermesi bekleniyordu. FKÖ, 1974’te Rabat’taki Arap Zirvesi’nde “Filistin halkının tek meşru temsilcisi” olarak tanındı.
Tek başına yukarıdaki ifade bile, temsil sorununu çözen, dolasıyla Arap hükümetlerinin tüm öteki iddialarını boşa çıkaran bir formül anlamına geliyordu. Bu strateji işe yaradı, ama uzun süre değil. Arafat ve El Fetih’in FKÖ üzerindeki hegemonyasına karşın, aslında FKÖ’nün Filistinliler arasında belli bir meşruiyeti vardı. O dönemde Filistin küresel ulusal kurtuluş hareketinin ayrılmaz bir parçasıydı ve Arap hükümetleri savaşın derin yaralarına rağmen Arap halkının isteklerini dikkate almaya zorunlu kalarak Filistin’i Arap kitleleri arasında da odak noktası olarak korudu.
Ne var ki 1980’lerde durumlar hızla değişmeye başladı. İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgali, tüm Filistin gruplarının liderlerinin yanı sıra on binlerce Filistinli savaşçının zorunlu göçe uğramasıyla sonuçlandı ve Lübnan’da Filistinli mültecileri hedef alan zincirleme ve kanlı katliamlar yaşandı.
Ardından gelen yıllar iki ağır gerçekliğin altını çizdi. Birincisi, Filistin liderliği odak noktasını silahlı mücadeleden sadece siyasi bir aktör olarak geçerliliğini korumaya kaydırdı. Artık Tunus’ta yaşayan Arafat, Abbas ve ötekiler açıklamalar yapıyor, “uzlaşmaya” -bu kelimenin Amerikan tanımlarına uygun olarak- hazır olduklarına dair her tür sinyali gönderiyordu. İkincisi, Filistin liderliğinin artan marjinalleşmesi Arap kitlelerinin Filistin’de İsrail askeri işgaline ve sömürgeciliğe karşı birleşik bir cephe olarak hareket etme baskısını azalttıkça Arap hükümetleri de başka gündemlere geçti.
Tarihteki tam bu anda Filistinliler ayağa kalktı ve gerçekten de o kadar kendiliğinden bir hareketti ki, ilk başta geleneksel Filistin liderliği, Arap rejimleri ya da herhangi bir tanıdık slogan yoktu. Bütün bunlar olurken ben Gazze’deki bir mülteci kampında ergenlik çağındaydım, gerçek bir halk devrimi en organik ve saf haliyle şekilleniyordu. İsrail ordu helikopterlerine karşı sapan kullanılması; İsrail ordu tanklarının zincirlerini kullanılmaz hale getirmek için battaniyelerin kullanılması; göz yaşartıcı bomba teneffüs etmenin acısını alması için soğan kullanılması; ve daha önemlisi İsrail ordusunun kullandığı her bir şiddet stratejisine yanıt verecek ve her bir Filistin mülteci kampı, kasabası ya da şehrinin çürüyen duvarlarına yazılan basit ama derin sloganlarla Filistin direnişini yerinde dile getirecek bir dilin yaratılması.
İntifada geleneksel liderliğe açıkça saldırmasa da, Filistinlilerin alternatif bir liderlik aradıkları açıktı. Her bir mahalle, her bir üniversite ve hatta cezaevinden tabandan yerel liderlikler hızla ortaya çıktı ve İsrail şiddeti ne kadar büyük olursa olsun bu liderliğin doğal oluşumunu engelleyemedi.
Filistin halkının farklı bir yol, herhangi bir Arap başkentinden -ve kesinlikle Tunus’tan- geçmeyen bir yol seçmiş olduğu şüphe götürmez bir şekilde açıktı. Filistinliler o dönemde Arap kardeşlerinden ya da genel olarak dünyadan dayanışma beklemekten vazgeçtiler değil. Tam tersine Filistin halkını kendi özgürlük ve adalet arayışlarından çekip çıkarmayan bir dayanışma aradılar.
Yıllar boyu aman vermeyen İsrail şiddeti, Filistin liderliğinin siyasi strateji eksikliği, ağır tükenmişlik, artan fraksiyonculuk ve aşırı yoksullukla birleşince İntifadanın sonunu getirdi.
O zamandan beri İntifadanın başarıları bile lekelendi; Filistin liderliği bunları kendisini siyasi ve mali olarak canlandırmak için kullandı, hatta iç karartıcı Oslo Anlaşması’nın ve abes barış sürecinin bizatihi İntifadanın dolaysız “başarıları” olduğunu iddia etme noktasına vardırdı işi.
İntifadanın asıl başarısı, Filistin’le ilgili siyasi denklemin niteliğini neredeyse tamamen değiştirmiş olması, “Filistin halkı”nı kendilerine bir siyasi meşruiyet düzeyi sağlamak amacıyla Filistin liderliğinin ve Arap hükümetlerin kullandığı bir klişe olarak değil, gerçek bir siyasi aktör olarak dayatmış olmasıdır.
Filistin halkı İntifada sayesinde kendine ait bir ordusu olmaksızın İsrail’e kafa tutma, kendi liderlerini kendi içinden yaratarak Filistin liderliğine kafa tutma, Filistin’e ve Filistin halkına karşı kendi ahlâki ve yasal sorumluluklarıyla ilgili olarak Araplara ve aslında tüm dünyaya hesap sorma kapasitesini gösterdi.
Dünyada ve modern tarih boyunca çok az halk hareketi Birinci İntifada ile karşılaştırılabilir, bugün de otuz üç yıl önce başladığı zamanki geçerliliğini koruyor.
*mintpressnews’tan alınmıştır. 25.12.2020 https://www.mintpressnews.com/when-the-people-rose-how-the-intifada-changed-the-political-discourse-around-palestine/273658/
Ramzy Baroud gazeteci, yazar ve Palestina Chronicle’ın editörüdür. Son kitabı The Last Earth: A Palestinian Story (Pluto Press, Londra 2018) Exeter Üniversitesi’de Filistin Araştırmaları dalında doktora yapmıştır ve Orfalea Center for Global and International Studies, UCSB’de misafir öğretim üyesidir.
İngilizce orijinalinden Şen Süer tarafından Umut Gazetesi için çevrilmiştir.